Lidyana- Hakan Baş Röportajı

Aslında bir çoğumuz için işe gitmek işkence gibidir, hayatımızın hep daha farklı olsa daha güzel olacağına inanırız. Söylenir durur ama hiçbir şey yapmayız ya işte bugün bunların tam da aksini yapan bir adamın başarı hikayesini anlatacağım sizlere. Benim için onu dinledikçe bana birşeyler kattığını hissettiğim, girişimci ruhumu tetikleyen bir başarı timsali...
"Hakan Baş"tan bahsediyorum...

Beni yakından tanıyanlar Lidyana sevgimi bilirler, kısa sürede favori markam haline gelen Lidyana'nın kurucusu Hakan Baş sevgimi ise anlatmama bile gerek bile yoktur heralde zaten:) 

Konferans konferans, Hakan Baş nereye, biz oraya geziyoruz:) Yıldız Teknik Üniversitesi'nde yine bir konferans çıkışı konuşurken röportaj isteğimi dile getirdim, o da kırmadı beni sağolsun:)

Hakan Baş'ı bilmeyenleriniz tanımayanlarınız varsa hemen kısaca anlatayım sizlere... Lidyana.com, Peak Games ve Krombera kurucu ortağı, şu an aktif olarak Lidyana CEO'su olarak çalışmaya devam ediyor. Üsküdar Amerikan mezun Hakan Baş, lisans eğitimini Cornell University'de, MBA eğitimini ise Yale University'de tamamlamıştır. Eski milli yüzücülerimizden olan Hakan Baş aynı zamanda Endeavor Danışma Kurulu üyesi, bir de maalesef fanatik Fenerli, üstelik kongre üyesi..
Ama gerçekten benim için bir başarı örneği, o yüzden de hikayesini kendinden dinlemek ve sizlere de aktarabilmek için bir araya geldik, röportaj oldukça eğlenceli ve dolu dolu geçti benim için. Umarım sizler de seversiniz...
Buyrun bakalım.

"3.Sınıf Başkanlığı ile Girişimciliğe Adım!"

Ö: Peak Games, Krombera, Lidyana kurucu ortağı, His Capital ortağı, Mavikep.com ve Gamoba.com'un melek yatırımcısı.. Üsküdar Amerikan, Cornell ve Yale mezunu, eski milli rekortmen yüzücü. Saymakla bitmeyecek gibi gözüken bir başarı hikayesi aslında. 3.sınıfta sınıf başkanlığı seçimiyle başlayan girişimci ruhunuz bugün sizi 3 çok başarılı şirket start up'ı yapmış, genç yaşta çok başarılı olmuş bir girişimci haline getirdi. Sizi girişimci olmaya iten ana etken neydi?
H: Beni girişimciliğe iten ana etken özgürlüğüne düşkün biri olmamdı. Karakterim gereği ben birilerinin direktiflerine göre çalışmak ve kreatif kapasitem ile zekamın başkalarının direktifleriyle kısıtlanması hoşuma gitmiyordu. Ama okuldan mezun olur olmaz da şirkete sizi hemen müdür diye almıyorlar tabi. Mutlaka alt seviyelerden başlaman gerekiyor. İşin doğası gereği bende farklı bir şey olmasını beklemiyordum aslında. Ama kendi özgürlüğümün sadece profesyonel anlamda değil, kılık kıfayet, saatler anlamında da kısıtlanmasından gerçekten hoşlanmıyordum. Ben gece gündüz çalışmak istiyorum, yani öğlen 3'te de işim varsa çıkıp gidebilmek istiyorum. Bu da karakterimin bir yansıması aslında, küçük yaştan beri hep özgür olmak duygusuyla büyüdüm.
Sınıf başkanlığı da aslında şöyle bir hikaye..O zaman kendini bu kadar analiz edip, farkındalık yaratma gereği duymuyorsun ama şimdi bakınca da sınıftaki değişiklikler niye benim isteğim dışında olsun ki diyordum ama zaten orada 3.sınıf başkanı ne yapar ki, beslenme çantası mı, konuşanları yazmak mı? Ama sonuçta orada bile bir liderlik duygusu vardı. Şunu söyleyeyim ben Fenerbahçe yüzme takımındaydım, takım kaptanıydım. Milli takıma seçildim, milli takım kaptanıydım. Yale'de futbol takımındaydım ve takım kaptanıydım. Eski bir kız arkadaşımın babası şöyle söylemişti hatta: "Böyle herifler en kötü apartman yöneticisi olur!"
Yani böyle bir liderlik konumu varsa, ben hep başkasının arkasından geleceğime, benim takip edilmemi tercih etmişimdir. Çevremdeki insanlarda heralde karakterim gereği bir seçim olduğunda hemen bana oy verirlerdi.

Ö: Peki bu anne, babadan geçen bir şey mi acaba? Yani aile bu yapıda yetiştirdiğinde farkediyor mu?

H: Benim ailem, annem de babam da diş hekimi. Ama aslında ikisi de girişimci evet. Birçok kişi cesaret edemezken muayenehane açmışlardı. Acıbadem'ler kurulurken büyük risk alarak her şeylerini koyarak bu işe girmişlerdi. Beni de Amerika'da okutmak için tek evlerini satmışlardı. İnanılmaz fedakar bir aile. Mindset olarak girişimci ama o dönemde bu kadar donanımlı olma şansı yokmuş tabi. Bir de Mehmet Ali Aydınlar babamın en yakın arkadaşıydı benim için de rol modeldi, hep onu rol model alarak büyüdüm.
Başarılı olmak nedir sorusunun cevabı para yapmak değil, iyi çocuk yetiştirmektir diye düşünüyorum mesela. Tabii ki para kazanmak da bir metrik sonuçta, elde yalnızca kazandıkları paranın verisi olan iki adamı karşılaştırabileceğiniz tek şey para oluyor tabii ki ama arka planda baktığın zaman, bunun prestiji nedir? Ailesi nasıl, mutlu mu, sağlıklı mı? gibi bir çok daha önemli veri var.

Ben çok kendini dinleyen biriyim aslında, farkındalığım da çok yüksek.

"MODERN KÖLE OLMAK İSTEMİYORUM!"

Ö: Tam olarak da bununla ilgili bir şey sormak istiyorum. Bir bankacı olarak bunu sorman gerek:) Bankacılığın köşesinden dönmüş biri olarak (Hakan Baş'ın Garanti Genel Müdürlüğü'nde 20 günlük bir vice presidentlık macerası var) orada o ışığı yakan, cesareti veren şey neydi? Ya da insanlar neden girişimci olamıyor? Çok kişinin aklında aslında sizin söylediğiniz "Modern köle olmak istemiyorum!" lafı var ama o cesareti tetikleyen nedir?
H: Bence özgür olma isteği. Ben "gut feeling"e çok inanıyorum. Aslında ilk girişimi yaptıktan sonra diğerleri daha da kolaylaşıyor, çünkü ilkini kurmadan önce ben bir şirket kurmanın ne kadar kolay olduğunu bilmiyordum ki. İnsanın gözünde o kadar büyüyor ki, ama aslında bu tamamen bilmediğiniz için böyle geliyor size.  Bilinmeyen olduğu için korkutucu oluyor. Ancak Peak Games'den sonra benim için kolaylaştı, bir de çok da hızlı öğrenen biriyim, artık 100 şirket daha kurabilirim.(gülüyor:) ) O yüzden Peak Games benim için büyük şans oldu. Orada Sidar Şahin ile başladık ve onun belki onuncu start-up'ıydı. Ben Peak Games'e başlarken sıfırsam birinci senenin sonunda %70lere gelmiştim. En azından oyun sektörü, e-ticaret değil de girişimcilik anlamında çok şey öğrenmiştim. Okuduğumuz kitaplar, seyrettiğimiz filmler, gidip gördüğümüz yerler hep vizyonunu genişletiyor insanın. Sonuçta bende Mark Zuckerberg'i dinledim ve benden küçük birinin yapabildiklerini görmek bile beni harekete geçirebiliyordu.
Ö: Türkiye'de e-ticaret her geçen gün büyüyor, piyasaya yeni oyuncular da giriyor ama Lidyana kurulduğu ilk günden bu yana çok güçlenerek ilerledi. 2 sene öncesinde Lidyana yokken, bugün insanları Lidyana jingle'ı söylerken buluyorum. Bu başarının sırrı ne peki? Ünlü kullanımı mıydı destekleyen, neydi?
Ayrıca sonuçta sizin eğitiminiz ve çevreniz de oldukça sağlam. İyi bir girişimci olmak da eğitim ve çevrenin etkisi ne kadar?
H: Şöyle bir şey var aslında. Yine benzer bir şey söyleyeceğim. Farkındalıkla çok alakalı bir şey bu. Kendini dinlemek, kendini gözlemekle çok ilgileniyorum. Ayrıca etrafımdaki insanlar geri bildirimlerine de çok önem veririm. Herkesin de benim için söylediği ve çok önemli bir şey var. Benim için imkansız yoktur. Bir şekilde yapılır diye düşünüyorum. Yapılması istenen şeyin eforuma değeceğine inandığım bir şey olması durumunda hiç çekinmez bir yolunu bulur yaparım. Bir yolu elbet bulunur her şeyin.
Örneğin biz jingle'ı Nil Karaibrahimgil'e yaptırdık. Aslında hiçbir start up jingle'ını Nil'e yaptıramaz. Nil'in jingle yaptığı fiyata çok iyi bir start up kurulur mesela:)
Ben ayrıca ilişki yönetimine de çok önem veriyorum ve insanlara çok zaman ayırıyorum. Network'umde hep böyle değildi ki, ben insanlarla tanıştım, kendim genişlettim. Zaten babanın çevresine iş yapmak asıl başarı değil. Örneğin bana babamın bir arkadaşı oğlunu gönderse garip hissederim, sonuçta akranım zaten gel kendin konuş, ne gerek var o yoldan gelmene diye düşünüyorum.

Ö: Lidyana'da nasıl bir yönetim anlayışı var?

H: Burası flat organization:) Bir patronluk yok. Hakan Bey denmesini de pek sevmiyorum zaten. Bir de ben herkesin iyi olduğu alanda ona daha fazla alsn sağlamaya çalışıyorum. Herşeye karışmamaya çalışıyorum.

Ö: Yani son onaya mutlaka bana gelsin gibi bir durum yok?

H: Büyük çerçevede oluyor tabi ama detaylarda gerek olmuyor. Örneğin ben verimliliği artırın derim ama hangi mecraları kullanarak bunu yapacakları vb. bunlara karışmam. Ben stratejiyi söyler, yukardan onu yönetirim ama çok da müdahil olmam ama tabii ki takip etmek durumundayım.

Ö: Peki yoğun iş temposunda nasıl bir patronsunuz? Diyelim bir kriz çıktı, nasıl çözüyorsunuz?

H: Ben çok sakinim. Kriz anlarında bir şey yapmam çünkü olan olmuştur. O anda ortalığı yakıp yıksanda olan olmuştur bu nedenle hep sakin davranmayı tercih ederim. Tabi sakin demek de bir şey yapmamak demek değil. Gereken hamleler tabii ki yapılır ancak öncesinde olayı anlamak lazım. Olayı anlamadan tepki verince kriz daha da büyüyor. Öncelikle ne olduğunu eksiksiz olarak öğrenmek gerekir. Çalışanlar arasında tartışma olabilir, yanlış bir gönderim olabilir, site bozulmuş olabilir biri yüzünden.
Örneğin bir gece 3 saat site çökmüş. Sabah 6-08:30 arası saatlerde olmuş. Ne olursa olsun bu benim için sonuçta önemli bir kayıp oluyor. Siteye çok yoğun trafiğin olduğu saatler değil ama "Lidyana'ya girdim, kapalı" denmesi bile yeterince kötü. Ama site kendine gelmiş, problem ortadan kalkmış, şu anda ortalığı birbirine katmanın hiçbir önemi yok ki. Bununla ilgili detaylı rapor istedim. Sebebine ulaştık, akşamında oturup konuşup hallettik. O an bağırıp çağırıp bir şey yapmış olsaydım da bana hiçbir faydası olmayacaktı.

Ö: Peak Games ile başlayan girişimcilik süresinde sizi en çok yoran şey ne oldu?

H: Çok yoruldum. Hakkaten çok yoruldum. Maalesef bende işkoliklik var. Küçükken bunu iyi bir şey olarak düşünürdüm. Size şöyle söyleyeyim ben Kanlıca'da oturuyordum. İşime yakın olsun diye İstinye Park'a taşındım 5 dakikalık mesafeye. Mesela dün akşam 11'de iş yemeğindeyim. Çıkıp 1'de eve giderken mutlaka buraya uğrayıp geçiyorum. Bir şey yok aslında burda ama güvenlik ne yapıyo? Napıyorsa yapıyor aslında, benim orada yarım saatlik uykumun gitmesine değecek bir hamle değil aslında ama yine de elimde olmadan yapıyorum. Yani zamanım varken fazladan iş yapmazsam eksik yapmışım gibi hissediyorum. Sonra eve gidince laptopla göz göze geliyorum, diyorum açıp bir siteye bakayım her şey yolunda mı? Hele ki bir de maillerini açmaya gör, onu açarsan yandın. Mesela sizinle buluşmadan önce maillerimi evden çıkmadan temizlemiştim, bakalım kaç olmuş. Evet şu an 280 olmuş 1,5 saat içinde :) (gülüyor tabi haline)

Ö: Bir yanda Peak Games, bir yanda Krombera vb. bir çok şirketiniz var. Şu anda bahsettiğiniz yalnızca Lidyana'nın mailleri, peki diğer şirketlerinizin takibini nasıl yapıyorsunuz? 

H: Onların başında da güvendiğimiz insanlar var. Ben Lidyana için ne kadar emek veriyorsam, en az benim kadar bu projelere inanlar olduğuna güvenmek zorundayım. Başka hiç bir çarem yok çünkü yetişmem mümkün değil hepsine. Aklın, kalbin, beynin, zamanın bölünmemeli. Bir şeye odaklanmak çok önemli. 

START-UP'INIZA ÇOK DA BAĞLANMAYIN!

Ö: Daha önceki konferanslarda da konuşmalarınızda söylediğiniz bir cümle vardı. "Start-up'ını yaptığınız markaya çok da bağlanmamak lazım!"

H: Aslında bu bir süreç. Örneğin bu süreç 3 yıl sürecekse o sizin bebeğiniz ama orada yeri geldiğinde de ayrılmayı bilmeniz gerek. 

Ö: Peki bu kararı neye göre vermek gerek? Şirket çok iyi gidiyor, büyüdü ve bebeklikten de çıktı. Sonrası?

H: Ben şöyle düşünüyorum, sadece maddi olarak bakmıyorum duruma. Bence önemli olan ben bıraktığımda bu bebek kendi başına hayatına devam edebilir mi ona bakmak. Yani şirketi bugün satmakla bir sene sonra satmak arasındaki maddi tutar beni hiç etkilemiyor. Belki bunu söylemek çok da inandırıcı gelmiyor ancak ben bunu öğrendim. O iş bensiz devam edebilecek noktaya geldiğinde benim de gitme vaktim gelmiştir diye düşünürüm. 

Ö: Lidyana kurulmadan önce, iş çevrelerinde tanınyordunuz. Ama Lidyana ile birlikte Arda Turan ortaklığı vb. şeylerle magazinel olarak da tanınmaya başladınız. Yani halk da artık Hakan Baş'ı tanır hale gelmişti. Gazetelerde sizi görebiliyorduk. Bunun Lidyana'ya etkisi oldu mu? 

H: Ama bunu sebebi şu, halkla temas halinde olan tek şirketim Lidyana. Peak Games'i kimse bilmez ama çiftlik oyunu, okey de bilir. Tabi halk tarafından tanınan biri haline gelmenin Lidyana'ya tabii ki etkisi oldu. 

Ö: Son olarak girişimciliğe adım atmak isteyenlere tavsiyeleriniz neler olur? 

Tam bunları konuşurken içeri giren dünyalar tatlısı bir Maltese ile röportaja ara verdik. Meğersem bu ısırılası, mıncık mıncık edilesi bu tapılası köpek Hakan Baş'ın yeni aldığı köpeği "Heman"miş. Heman'le vakit geçirirseniz sinir, stres, mutsuzluk hiç bir şey kalmaz. Böyle bir sevimlilik olamaz:)
Sahibine de bayılıyor zaten:) İki avcunun içi kadarcık bir şey bu Heman:) Onu daha yakından takip etmek isteyenler için instagram hesabı da "hemanthedog". Bu hesaptaki fotoğraflarla neşenize neşe katması garanti:)


ADAM OLMAK!

H: Dönelim son sorunun cevabına. İşin özü aslında şundan geçiyor, rakamlar, yatırımcı, network, bunlar hep araç. İşin temelinde aslında "Adam Olmak" var. Dürüstlük her şeyden önce gelmeli. Etik olmayan şeylerden uzak durmalı. Ayrıca daha önce de söylediğim bir şey: Fikrinizle evlenmeyin. Genç arkadaşlarda en çok rastladığım hastalık bu. Fikre körü körüne bağlanıldığında eksikler görülmüyor ve belki de çok başarılı hale gelebilecek bir iş planı gerekli düzeltmeler yapılamadığından çürüyüp gidiyor. Bu nedenle fikir değil, fikri hayat geçirebilmek önemli olan. 

Röportaj gerçekten benim için çok güzel geçti, Hakan Baş o kadar içten ve samimi ki, insan zamanın nasıl geçtiğini anlamıyor. Bana ayırdığı uzunca vakit ve bu güzel paylaşımları için kendisine tekrar çok çok teşekkür ediyorum.

P.S: O kadar uzun süre esir almışım ki Hakan Baş'ı röportajın deşifresi de oldukça uzun sürdü, yayınlaması ancak bugüne olabildi:) Röportajdan karelerle sonlandıralım bu postu da.






Yakında yine bomba gibi röportajlarla sizlerle olacağım:)
Takipte kalın
Ö,

Photos by:  Zeki Batuhan Tuna