Kısmet by Milka Röportajı

Bugün blogumda ürünlerine bayıldığım, basit ama zarif tasarımlarını hayranlıkla takip ettiğim bir tasarımcıya yer vereceğim. 
Kısmet by Milka markasıyla Milka Karaağaçlı..

Milka Karaağaçlı 1975 İstanbul doğumlu. Saint Benoit Fransız Lisesi'nde okumuş. Marmara Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. Bir dönem Amerika'da UCLA'de iletişim üzerine eğitim almış. 13,5 yıl boyunca da üniversite ikinci sınıftan itibaren iletişim alanında çalışmış. İki büyük uluslararası reklam ajansında çalışmış. 9 yıl kadar da Manajans/JWT ajansta çalışmış. Sonra bir gün kendine "Artık bu işi yapmak istiyor muyum?" diye sorduğunda verdiği yanıt onu hayatında bambaşka yola sürüklemiş. Bende sizler için Milka Karaağaçlı'yla uzun bir röportaj yaptım. Gelin onu ve markası "Kısmet by Milka"yı daha yakından tanıyalım.

DOĞRU YERDE MİYİM?

Ö: 13 yıllık iletişim ve reklam geçmişiniz varken, reklamcılıktan takı tasarımcılığına geçme hikayeniz nasıl gerçekleşti?

M: Otuzlu yaşlarda insan kendini sorgulamaya başlıyor “Doğru yerde miyim?” , “Doğru yere gidiyor muyum diye. Ben aslında çok işime aşık çalışıyordum ve hiç ara vermeden çalıştım. Tatil yok, bayram yok..Çok da seviyordum işimi ama bir an durup düşündüm “Ben burada olmak istiyor muyum?” Cevabım hayır oldu. O cevaptan kendimde korktum çünkü başka bir ajansa geçmek istemiyordum, kendi ajansımı kurmak istemiyordum. Zaten bulunduğum yerde çok memnundum esasında, sürekli seyahat ediyordum. Londra’ya gidiyorum, dünyanın her yerini gezdim ben çünkü yabancı müşterilerim çoktu. Çok da memnundum ama bir noktada artık doyum noktasına ulaşıyorsunuz. Pazarlama problemi aynı, çözümü de aynı bir şekilde. Marka değişiyor, sektör değişiyor ama o kadar çok problem çözüyorsun ki artık bir noktada rezervden yeme başlıyor. Ben yeni bir şey öğrenmediğim zaman yerimde sayıyormuşum gibi hissediyorum ve bu beni inanılmaz rahatsız ediyor. Hep yeni bir şey olması lazım hayatımda ve sıkılmaya başladığımı farkettim ama yapacak bir şey yoktu çünkü bildiğim başka bir şey yoktu ama heralde evrene o mesajı verdim ki önüme bir fırsat çıktı. Her hafta Londra’ya seyahat ediyordum, her hafta bir müşteri için bir toplantı oluyordu, maksimum 10 günde bir Londra’da oluyordum.  Orada çok yakın bir Hırvat arkadaşım vardı her gittiğimde de evine bir hediye götürüyorum, hep Türk usülü bir şey oluyordu. Paşabahçe’den vazo vb. Bir dönem de, yaklaşık 5 sene önce ben tam olarak bu işe başlamadan, nazar boncuklu kolyeler çok moda olmuştu, herkes takıyordu. Ben de hediye olarak nazar boncuklu kolye aldım. Çünkü hem spiritual bir anlamı var koruyor seni, hem de mücevher olduğu için çok sevdi. Her gittiğimde kız kardeşi sipariş veriyor, arkadaşı sipariş veriyor. Ben de orada dedim ki “Bu ne kadar yeni bir konsept Londra için, bunu mu yapsak, çok tutar” ama hep eğlencesine (geyik), 2 sene boyunca geyiğini yaptık. 2 sene geçtikten sonra yine bu konuyu konuşurken artık “Tamam, dönücem ve bu işi yapacağım!” dedim.  Çünkü bir de çok yoğun çalışıyordum. Bir atölye buldum, hazır alıp yollamadım. Çok güzel bir şey yapmak istedim, piyasadakilerden daha güzel olsun istedim. Eeee hırs da var tabi. 70 farklı model yaptım. Kolyeler, bilezikler, taş renkleri birbirinden farklı ürünler..
3 hafta boyunca ajanstan çıktım Kapalıçarşı'ya, gece 12’ye kadar atölyede başında. 3 hafta sonunda bu 70 parça çıktı ve Londra’ya gitti. Etkinliklerde sergilendi, bir de yılbaşı dönemine denk gelmişti. Hepsi bitti. 2009’un sonuydu, benim için aslında satılmasının hiçbir önemi yoktu. 3 haftada atölyede, altın, işçilik herşeyi öğrenip olaya girdim ve hayatım değişti. Başka bir pencere açıldı resmen.
Ö: Bir de takıyla daha önce bir ilişkiniz yoktu..
M: Alakam yoktu. Tamamen hobi olarak başladım. İş olarak hiç düşünmedim ama tabii ki bu kadar sene reklamcı olmanın ve pazarlamayı biliyor olmanın avantajıyla markanın adını buldum, logosunu yaptım. Kısmet’in K’sı ilk ürünlerin bile hepsinin üzerinde vardı ve markalı bir şekilde gitti. Çünkü insanın kafası öyle çalışıyor ya, bir şey yapıyorsam markalı olmalı. Hala aynı “K”yı, aynı logoyu kullanıyorum. Sonra 6 ay kadar markamı geliştirmeye devam ettim.
NEDEN KISMET?

Ö: Peki neden “Kısmet?”
M: Hayatta herşeyi bizim seçimlerimiz belirliyor. Bugün burada olmayı siz seçiyorsunuz ben de sizinle olmayı seçiyorum. Aslında bu seçimleri yaparak hayatta kendi geleceğimize kendimiz karar verebiliyoruz. Ben pozitif enerjiye inanıyorum. Çünkü inandığım ve istediğim her şey gerçek oluyor ve bu yolla oluyor. Benim kararım, benim tercihim, benim kısmetim diye düşünerek isme karar verdim. O yüzden “Kısmet” oldu. Kafamda hep vardı, “Kısmet” olacak dedim, nazar boncuğu imzası da kendimi korumayı seçiyorum düşüncesiyle eklendi. O da bir seçim, pozitif düşünce. Bu negatif enerjiyi yansıtıyor ve hiçbir şekilde negatif enerjiyi içeri almıyorsun. Yani kendini korumayı seçerek, kendi kısmetini kendin yaratıyorsun, felsefesi buraya bağlanıyor. 

Ö: Marka “Kısmet by Milka” aslında değil mi?
M: Evet “Kısmet by Milka” olarak tescilli. Başta “Kısmet Jewelery and Fate”di. Sonradan değiştirdim, dedim ki her zaman nazar boncuğunu kullanmayacağım sonuçta bu marka büyüyecek, dünya markası olacak bu nedenle hep “Fate” kısmına gitmeyeyim kendi adımı koyayım. Çünkü Milka olmadığı zaman Kısmet bir anlam ifade etmiyor, kim yapıyor aslında bunu? Çünkü ilerde Kısmet by Milka değil de başka bir marka by Milka çıkartırım. O Milka önemli diye düşündüm. O nedenle 6 ay sonra o tag line.ı değiştirip by Milka adıyla ilerledim.    

Ö: Kısmet gerçekten size kısmet getirdi o zaman?
M: Gerçekten öyle oldu. Çok büyük bir risk alarak başladım. 9 senedir çalışıyordum ben ajansta , dedim ki deneyeceğim. Korkulu rüyalarla tabi. Hep kendi içimi rahatlatmaya çalışıyordum, diyordum ki “Bir şey olmaz, CV.m çok iyi, en kötü başka bir ajansa girerim” ama yine de tabi insan rahat edemiyor. Bir işe baş koyuyorsun ve becermek, başarmak zorundasın. O yüzden kendime 6 ay süre vermiştim. Ama 6 ayın sonunda Harvey Nichols’a girmeyi başardım, ondan sonra da arkası geldi.

AŞK-I MEMNU'DAN MADONNA'YA GİDEN YOL

Ö: Aslında hepimizin sizinle tanıştığım an 4 sene önce Aşk-ı Memnu’da Behlül’ün Bihter’e hediye ettiği kolye ile oldu.  İnsanların markanızı bu kadar sevmesini sağlayan şey ne oldu?
M: Aslında ilk çıkışta Aşk-ı Memnu büyüsü de vardı işin içinde. Behlül ile Bihter’in aşkına olan o ateşli şey, zaten inanılmaz bir diziydi bence bir daha öyle bir dizi gelir mi bilmem. Resmen dizinin yayın saatinde sokakta insan olmazdı. Herkes onları izliyordu. O büyülü dünyanın içinde bir de Behlül Bihter’e hediye edince 5 bölüm boyunca kolye konuşuldu ve kolyeler de güzel olunca inanılmaz ses getirdi. Ama yine de markanın tanınması, insanların o kolyeyi benim yaptığımı öğrenmesi biraz zaman aldı. Çünkü 1 hafta içinde bütün Kapalıçarşı aynı kolyeyi yapıp piyasaya sürdü. Ben daha “Bir dakika onu ben tasarladım, tasarımcısı benim” diyemeden her yer dolmuştu. Ben o kolyeden çok mu sattım derseniz, hayır satmadım, çünkü insanlar o kolyenin Kısmet olduğunu öğrenene kadar zaman geçti. Bir süre sonra röportajlar başladı, arkasından Ayşe Arman’ın röportajı geldi. Aslında marka o röportajla patladı. “Bihter kolyesinin sorumlusu” diye bir başlık attı, böylece zaman içinde duyulmuş oldu.
Ayrıca özgün olması ve insanları heyecanlandırması onu sevdiren başka bir etken. Zaten ben tasarımlarımı oluştururken beni heyecanlandırıyorsa müşteriyi de heyecanlandıracağını bilirim.
Ö: Peki Aşk-ı Memnu’ya girmek sizin fikriniz miydi? Yoksa teklif mi aldınız?
M: Hayır teklif almadım, her şeyi ben isteyerek yaptım. Hiç birşey ayağıma gelmedi. Pazara girdiğim zaman Türkiye’de tasarım mücevher diye bir kategori yoktu. Mücevher, altın dedin mi ya Kapalıçarşı’ya gidilir ya da her ailenin, her annenin bir kuyumcusu vardır ve düğün, nişan, doğumgünü gibi özel günlerde alınır, oraya gidilir. Gündelik takı için, bijuteri, swarovski gibi bir şey alınır ama bir sonraki sezon modası geçer. Bu ikisinin arasında bir kategori yoktu Türkiye’de. 
Harvey Nichols gibi, Beymen gibi mağazadan altın almak konsepti bize çok tersti. Hala da bir çok kişiye ters. Ben buna çıtır takı diyorum aslında, çıtır takılar moda,trend, modern, tasarım ama ödenebilir ürünler. Her gün takabilirsin. Az takmak, çok takmak size kalmış. Bir sonraki sezon modası geçmez ve canın sıkılırsa da altındır değeri vardır. Fiyat aralığı da ne çok ucuzdur ne de pahalı. Tabi alışkanlığı değiştirmek yine de çok kolay bir şey değil Türkiye’de. Harvey Nichols’a girdiğimde ilk ay 2 parça sattım. “Kısmet bu, Türk markası mı, altın mı?” diye soruluyordu. Harvey Nichols’ta altın ne alaka, altın kuyumcudan alınır deniyordu. O düşünceyi değiştirmeyi başardım, aslında en büyük başarı da bu oldu bence. Şu anda artık her yerde tasarımcılar var. Bütün kuyumcuların alt segmentleri gelişti artık, onlar da tasarıma yöneldi.     

Ö: Takı tasarımında Milka Karaağaçlı’ya ilham veren şeyler neler oluyor? Çok sade ama bir o kadar da şık ve birbirinden güzel bu tasarımların hikayesi nedir? Bir koleksiyon fikri nasıl doğuyor?
M: Ben aslında bugün balık çizeyim, bugün de kuş çizeyim demiyorum tabi. Tasarım demek zaten arkasında bir fikri olması, bir hikayesi olması demek. Yoksa zaten tasarım olmaz.

Ö: Koleksiyonun tamamlanması ne kadar sürüyor?
M: Heroine biraz uzun sürdü, çünkü araya hamilelik sürecim de girdi. Ama genel olarak 1 -1,5 aylık sürede çıkıyor koleksiyonum. Bir de koleksiyon zaman içinde de gelişiyor. Her hafta bir parça ekleniyor, mesela şimdi Heroine’e küpelerini de ekledim. Haftaya yeni bir yüzük daha çıkacak.

Ö: Takılarımı mutlaka üstünde görmek isterim dediğiniz biri var mı?
M: Madonna’ydı. O da taktıJ

Ö: Peki Madonna Kısmet taktığında ne hissettiniz?
M: Dedim ki böyle bir şey olamaz! Çünkü o kadar değişik ki hep istiyorum istiyorum dediklerim oldu. Harvey Nichols’ta satılsın istiyorum, Bihter taksın istiyorum, yurtdışına açılmak istiyorum, Amazon’a girmek istiyorum dedim oldu. Liberty’de satılmasını istiyorum dedim, 1 sene uğraştım ama girdim sonunda da. Aralık’ta da Liberty’e gideceğim Trunk Show için.
Ayrıca kendimi hep geliştirmeye çalışıyorum mesela ilk kez bir koleksiyonun moda çekimini yaptım. O beni bir adım öteye taşıyor.

Ö:Koleksiyonu çıkar çıkmaz incelediğiniz bir tasarımcı var mı? Beğendiğiniz tasarımcılar var mı, varsa kimler?
M: Tasarımcı olarak değil de koleksiyonları beğendiğim Chanel, Cartier var. Tabi onlar biraz daha ağır, daha kadınsı. Benim tarzım biraz daha genç. Ama Chanel’in takılarına da bayılıyorum.

YENİ KOLEKSİYON "HEROINE"

Ö: Biraz da yeni koleksiyonunuz hakkında konuşalım. Wonder Woman, Super Girl ve Bat Girl takılarda hayat buldu. “Heroine” fikri nasıl çıktı, hikayesi nedir?
M: Lisans A.Ş. ile öncelikle sözleşme imzalayarak Warner Bros'tan seçeceğim karakterlerin telifi konusunda anlaştım. 3 kadın karakter seçtim. 3 karakterin ortak noktası da aslında çok güçlü olmaları. Bir tanesinin doğa üstü gücü var, bir tanesinin fiziksel yetenekleri var, bir tanesinin hafıza gücü yüksek ve bu güçlerini iyilik için kullanıyorlar. Aslında onlar "Kahramanlar". Problem çözüyorlar ve bu konuda çok başarılılar.
Ben doğum yaptım. 2,5 aylık bebeğim var. Onu bırakıp işe geliyorum vicdan azabı duyuyorum, bir yandan işimle ilgilenmem gerekiyor. Çok zor bir hayatım var ama bunların hepsini başarıyorsam süper bir kahramanım diyorumJ Ben zaten çizgi roman da çok severim, çizgi film izlerim. Aslında her kadın onlara özeniyor izlerken. Onun gibi olmak istiyor. Çünkü hayatta güvensizliklerimiz var, rahat adım atamıyoruz, çok çalkantılı yapıya sahip de bir ülke olduğumuz için, aman yastık altında garantim olsun düşüncemiz var kendimizi korumak için. O nedenle güçlü karakterlere insan ister istemez özeniyor.
Bende aslında bu işe 2.500 dolarla başladım.
Bir kere iyi tasarım yapıyor olman lazım, doğru yerde doğru zamanda bulunman lazım.Aşk-ı Memnu, Ayşe Arman’la tanışma hikayem hep doğru zamanda doğru yerde olmaktı. Ama bu da yeterli değil çok da çalışman gerek. Ben gerçekten o kadar çok çalışıyorum ki, yani şöyle söyleyeyim; doğum yaptığım günün akşamı maillerimi yanıtlıyordum, arkadaşlarım da fotoğrafımı çekti sen delisin diye, ama başarıyı getiren de bu oluyor. 

Ö: Lidyana’da online satışınız vardı, geçtiğimiz hafta sonu da online shop.unuzu açtınız.Birbirini nasıl besliyor?
M: Ben Lidyana müşterisini kendime çekmek için açmadım online shop.umu aslında. Lidyana zaten rakibim değil, orada da satılan yine benim ürünüm. Çünkü Lidyana açıldığı günden beri beraber çalışıyoruz ve birbirimize çok destek olduk. O yüzden Lidyana’da satsın biz de satalım. O Pazar ikimize de yetecek kadar büyük. Örneğin ben siteyi açtım 1 hafta da Lidyana’da ayda sattığım kadar ürün sattım. Sonuçta Lidyana’yı bilmeyen ama benim ürünlerimi alan kişiler de varmış demek ki. Bir de ben online sitemden alışveriş yapan herkese tek tek mektup yazdım, imzalayarak gönderdim teşekkürlerimi. 


Ö: 4 yılın sonunda Türkiye dışında 11 ülke 58 noktada ürünleriniz satılıyordu. Önümüzdeki dönem planlarınız nelerdir?
M: Ürünlerimin satıldığı nokta sayısı artıyor her geçen gün. Amerika mesela müthiş bir pazar. Orada belki 30 noktada varım ama henüz çok küçüğüm, daha girmediğim bir sürü eyalet var.

Ö: Peki bu ürünleri o pazara nasıl sokuyorsunuz?
M: Fashion Week’ler aracılığıyla oluyor aslında. Bir de New York’ta bir showroomla çalışıyorum. Oraya girmek de mesele. Oraya girmek için de çok çalıştım. Kataloglar yolladım, toplantıya çağordılar. Sunum yapmaya New York’a gittim sırf showrooma beni alsınlar diye. Showroom bir sürü markayı tanıtıyor ve Amerika’daki satış noktaları oraya gidiyorlar ve oradan seçiyorlar. Sonuçta showroomda sergilenmesi için de kira ödeniyor ama ürünü seçenler sizin takınızı seçmezse o mağazalara girmiyor ürünler. Tabi orada bir alan alabilmek bile bir olay aslında. 2 senedir de çalışmalarımız devam ediyor, NY Fashion Week’e de onlarla katılıyorum.


"MAYRA İLE SEVGİNİN BAMBAŞKA BİR BOYUTUNU HİSSETTİM..."

Ö: 2,5 ay önce anne oldunuz. Anneliğinizin ve Mayra'nın tasarımlarda bir etkisi olduğunu hissediyor musunuz? 
M: Öncelikle şunu söylemeliyim ki doğum inanılmaz bir şey. Artık benim için Mayra öncesi ve Mayra sonrası gibi bir hayat var. Doğumdan önce beni neyin beklediğini bilmediğim için çok korkuyordum. Belki kitlenip hiç çalışamayacağım ya da hiç çalışmak istemeyeceğim, ya çocuğumu sevmezsem.. Çok karışık duygular içerisine girdim, çünkü karnımda bir şey var ama duyguyu bilmiyorum. İkinci çocuk olsa mesela, ilkinde öğrenmiş olurdum ve o zaman hamileliğimin tadını daha çok çıkarırdım. Çünkü hep bir panik yaşadım, işime ne olacak, fuara gidemeyeceğim seyahat edemediğim için.. Sanki hayat duracak ve ben başka bir boyuta geçeceğim ve bebek bütün zamanımı alacağı için hiçbir şey yapamayacağım. Çünkü herkes öyle söylüyordu, bütün zamanını alıyor, işe zor gelirsin diyorlardı. Ben 40 gün sonra gelir miyim diye sorduğumda “Çok zor! Çok iyimser bir rakam, 3 aydan önce sen düşünme bile!” yanıtları alıyordum ama birinci ayda işimin başındaydım.
Mayra’yla birlikte çok şey değişti. Sevginin başka bir boyutunu keşfettim. Ne anne, ne baba, ne kardeş, ne sevgili.. Hiçbirine benzemeyen bir şey bu. Böyle bir sevgiyi, böyle bir aşkı bilmiyordum. Bu duygu yoktu hayatımda. Nasıl bir aşk, sevgi fışkırıyor resmen içimden, gözlerim doluyor, çok acaip bir şey, çok duygu yüklü oldum. Bakıp bakıp ağlıyordum, Allahım ne kadar güzel bir şey, çok güzel delireceğim bu sevgiden dedim, herhalde tüm bunlardan yeni bir fikir de çıkar. Bu duygu bir şekilde dışarı çıkacak, şu anda nasıl çıkacağını bilmiyorum ama çok güzel şeyler çıkacağını hissediyorum.

Bu güzel röportaj için Milka'ya sonsuz teşekkürler:) Bana uzuuunca bir zaman ayırdı bu güzel sohbet için. 
Umarım sizler de en az benim kadar keyif almışsınızdır. Aşağıda da röportajdan birkaç kareye yer veriyorum.
Yeni röportajlarda yolda, takipte kalın:)

Ö,

Showroom yeni yıla hazır...

Bu dekora bayıldımmmm...
 Ve "Heroine"den ev sevdiğim parçalarla ben..




Photos by: Zeki Batuhan Tuna