Bugün blogumda ürünlerine bayıldığım, basit ama zarif tasarımlarını hayranlıkla takip ettiğim bir tasarımcıya yer vereceğim.
Kısmet by Milka markasıyla Milka Karaağaçlı..
DOĞRU YERDE MİYİM?
Ö: 13 yıllık iletişim ve reklam geçmişiniz
varken, reklamcılıktan takı tasarımcılığına geçme hikayeniz nasıl gerçekleşti?
M: Otuzlu yaşlarda insan kendini sorgulamaya
başlıyor “Doğru yerde miyim?” , “Doğru yere gidiyor muyum diye. Ben aslında çok
işime aşık çalışıyordum ve hiç ara vermeden çalıştım. Tatil yok, bayram
yok..Çok da seviyordum işimi ama bir an durup düşündüm “Ben burada olmak
istiyor muyum?” Cevabım hayır oldu. O cevaptan kendimde korktum çünkü başka bir
ajansa geçmek istemiyordum, kendi ajansımı kurmak istemiyordum. Zaten bulunduğum
yerde çok memnundum esasında, sürekli seyahat ediyordum. Londra’ya gidiyorum,
dünyanın her yerini gezdim ben çünkü yabancı müşterilerim çoktu. Çok da
memnundum ama bir noktada artık doyum noktasına ulaşıyorsunuz. Pazarlama
problemi aynı, çözümü de aynı bir şekilde. Marka değişiyor, sektör değişiyor
ama o kadar çok problem çözüyorsun ki artık bir noktada rezervden yeme
başlıyor. Ben yeni bir şey öğrenmediğim zaman yerimde sayıyormuşum gibi
hissediyorum ve bu beni inanılmaz rahatsız ediyor. Hep yeni bir şey olması
lazım hayatımda ve sıkılmaya başladığımı farkettim ama yapacak bir şey yoktu
çünkü bildiğim başka bir şey yoktu ama heralde evrene o mesajı verdim ki önüme
bir fırsat çıktı. Her hafta Londra’ya seyahat ediyordum, her hafta bir müşteri
için bir toplantı oluyordu, maksimum 10 günde bir Londra’da oluyordum. Orada çok yakın bir Hırvat arkadaşım vardı
her gittiğimde de evine bir hediye götürüyorum, hep Türk usülü bir şey oluyordu.
Paşabahçe’den vazo vb. Bir dönem de, yaklaşık 5 sene önce ben tam olarak bu işe
başlamadan, nazar boncuklu kolyeler çok moda olmuştu, herkes takıyordu. Ben de
hediye olarak nazar boncuklu kolye aldım. Çünkü hem spiritual bir anlamı var
koruyor seni, hem de mücevher olduğu için çok sevdi. Her gittiğimde kız kardeşi
sipariş veriyor, arkadaşı sipariş veriyor. Ben de orada dedim ki “Bu ne kadar
yeni bir konsept Londra için, bunu mu yapsak, çok tutar” ama hep eğlencesine
(geyik), 2 sene boyunca geyiğini yaptık. 2 sene geçtikten sonra yine bu konuyu
konuşurken artık “Tamam, dönücem ve bu işi yapacağım!” dedim. Çünkü bir de çok yoğun çalışıyordum. Bir
atölye buldum, hazır alıp yollamadım. Çok güzel bir şey yapmak istedim,
piyasadakilerden daha güzel olsun istedim. Eeee hırs da var tabi. 70 farklı
model yaptım. Kolyeler, bilezikler, taş renkleri birbirinden farklı
ürünler..
3 hafta boyunca ajanstan çıktım Kapalıçarşı'ya, gece 12’ye kadar
atölyede başında. 3 hafta sonunda bu 70 parça çıktı ve Londra’ya gitti.
Etkinliklerde sergilendi, bir de yılbaşı dönemine denk gelmişti. Hepsi bitti.
2009’un sonuydu, benim için aslında satılmasının hiçbir önemi yoktu. 3 haftada
atölyede, altın, işçilik herşeyi öğrenip olaya girdim ve hayatım değişti. Başka
bir pencere açıldı resmen.
Ö: Bir de takıyla daha önce bir ilişkiniz
yoktu..
M: Alakam yoktu. Tamamen hobi olarak başladım.
İş olarak hiç düşünmedim ama tabii ki bu kadar sene reklamcı olmanın ve
pazarlamayı biliyor olmanın avantajıyla markanın adını buldum,
logosunu yaptım. Kısmet’in K’sı ilk ürünlerin bile hepsinin üzerinde vardı ve
markalı bir şekilde gitti. Çünkü insanın kafası öyle çalışıyor ya, bir şey
yapıyorsam markalı olmalı. Hala aynı “K”yı, aynı logoyu kullanıyorum. Sonra 6 ay
kadar markamı geliştirmeye devam ettim.
NEDEN KISMET?
Ö: Peki neden “Kısmet?”
M: Hayatta herşeyi bizim seçimlerimiz
belirliyor. Bugün burada olmayı siz seçiyorsunuz ben de sizinle olmayı
seçiyorum. Aslında bu seçimleri yaparak hayatta kendi geleceğimize kendimiz
karar verebiliyoruz. Ben pozitif enerjiye inanıyorum. Çünkü inandığım ve
istediğim her şey gerçek oluyor ve bu yolla oluyor. Benim kararım, benim
tercihim, benim kısmetim diye düşünerek isme karar verdim. O yüzden “Kısmet”
oldu. Kafamda hep vardı, “Kısmet” olacak dedim, nazar boncuğu imzası da
kendimi korumayı seçiyorum düşüncesiyle eklendi. O da bir seçim, pozitif düşünce.
Bu negatif enerjiyi yansıtıyor ve hiçbir şekilde negatif enerjiyi içeri
almıyorsun. Yani kendini korumayı seçerek, kendi kısmetini kendin yaratıyorsun,
felsefesi buraya bağlanıyor.
Ö: Marka “Kısmet by Milka” aslında değil mi?
M: Evet “Kısmet by Milka” olarak tescilli.
Başta “Kısmet Jewelery and Fate”di. Sonradan değiştirdim, dedim ki her zaman
nazar boncuğunu kullanmayacağım sonuçta bu marka büyüyecek, dünya markası
olacak bu nedenle hep “Fate” kısmına gitmeyeyim kendi adımı koyayım. Çünkü
Milka olmadığı zaman Kısmet bir anlam ifade etmiyor, kim yapıyor aslında bunu? Çünkü
ilerde Kısmet by Milka değil de başka bir marka by Milka çıkartırım. O Milka
önemli diye düşündüm. O nedenle 6 ay sonra o tag line.ı değiştirip by
Milka adıyla ilerledim.
Ö: Kısmet gerçekten size kısmet getirdi o
zaman?
M: Gerçekten öyle oldu. Çok büyük bir risk alarak
başladım. 9 senedir çalışıyordum ben ajansta , dedim ki deneyeceğim. Korkulu
rüyalarla tabi. Hep kendi içimi rahatlatmaya çalışıyordum, diyordum ki “Bir şey
olmaz, CV.m çok iyi, en kötü başka bir ajansa girerim” ama yine de tabi insan
rahat edemiyor. Bir işe baş koyuyorsun ve becermek, başarmak zorundasın. O
yüzden kendime 6 ay süre vermiştim. Ama 6 ayın sonunda Harvey Nichols’a girmeyi
başardım, ondan sonra da arkası geldi.
Ö: Aslında hepimizin sizinle tanıştığım an 4
sene önce Aşk-ı Memnu’da Behlül’ün Bihter’e hediye ettiği kolye ile oldu. İnsanların markanızı bu kadar sevmesini
sağlayan şey ne oldu?
M: Aslında ilk çıkışta Aşk-ı Memnu büyüsü de
vardı işin içinde. Behlül ile Bihter’in aşkına olan o ateşli şey, zaten
inanılmaz bir diziydi bence bir daha öyle bir dizi gelir mi bilmem. Resmen
dizinin yayın saatinde sokakta insan olmazdı. Herkes onları izliyordu. O büyülü
dünyanın içinde bir de Behlül Bihter’e hediye edince 5 bölüm boyunca kolye
konuşuldu ve kolyeler de güzel olunca inanılmaz ses getirdi. Ama yine de
markanın tanınması, insanların o kolyeyi benim yaptığımı öğrenmesi biraz zaman
aldı. Çünkü 1 hafta içinde bütün Kapalıçarşı aynı kolyeyi yapıp piyasaya sürdü.
Ben daha “Bir dakika onu ben tasarladım, tasarımcısı benim” diyemeden her yer
dolmuştu. Ben o kolyeden çok mu sattım derseniz, hayır satmadım, çünkü insanlar
o kolyenin Kısmet olduğunu öğrenene kadar zaman geçti. Bir süre sonra
röportajlar başladı, arkasından Ayşe Arman’ın röportajı geldi. Aslında marka o
röportajla patladı. “Bihter kolyesinin sorumlusu” diye bir başlık attı, böylece
zaman içinde duyulmuş oldu.
Ayrıca özgün olması ve insanları heyecanlandırması onu sevdiren başka bir etken. Zaten ben tasarımlarımı oluştururken beni
heyecanlandırıyorsa müşteriyi de heyecanlandıracağını bilirim.
Ö: Peki Aşk-ı Memnu’ya girmek sizin fikriniz
miydi? Yoksa teklif mi aldınız?
M: Hayır teklif almadım, her şeyi ben
isteyerek yaptım. Hiç birşey ayağıma gelmedi. Pazara girdiğim zaman Türkiye’de
tasarım mücevher diye bir kategori yoktu. Mücevher, altın dedin mi ya
Kapalıçarşı’ya gidilir ya da her ailenin, her annenin bir kuyumcusu vardır ve
düğün, nişan, doğumgünü gibi özel günlerde alınır, oraya gidilir. Gündelik takı için,
bijuteri, swarovski gibi bir şey alınır ama bir sonraki sezon modası geçer. Bu
ikisinin arasında bir kategori yoktu Türkiye’de.
Harvey
Nichols gibi, Beymen gibi mağazadan altın almak konsepti bize çok tersti. Hala
da bir çok kişiye ters. Ben buna çıtır takı diyorum aslında, çıtır takılar
moda,trend, modern, tasarım ama ödenebilir ürünler. Her gün takabilirsin. Az takmak, çok takmak size kalmış. Bir sonraki sezon modası geçmez ve canın sıkılırsa da
altındır değeri vardır. Fiyat aralığı da ne çok ucuzdur ne de pahalı. Tabi
alışkanlığı değiştirmek yine de çok kolay bir şey değil Türkiye’de. Harvey
Nichols’a girdiğimde ilk ay 2 parça sattım. “Kısmet bu, Türk markası mı, altın
mı?” diye soruluyordu. Harvey Nichols’ta altın ne alaka, altın kuyumcudan alınır
deniyordu. O düşünceyi değiştirmeyi başardım, aslında en büyük başarı da bu oldu bence. Şu
anda artık her yerde tasarımcılar var. Bütün kuyumcuların alt segmentleri
gelişti artık, onlar da tasarıma yöneldi.
Ö: Takı tasarımında Milka Karaağaçlı’ya ilham
veren şeyler neler oluyor? Çok sade ama bir o kadar da şık ve birbirinden güzel
bu tasarımların hikayesi nedir? Bir koleksiyon fikri nasıl doğuyor?
M: Ben aslında bugün balık çizeyim, bugün de
kuş çizeyim demiyorum tabi. Tasarım demek zaten arkasında bir fikri olması, bir
hikayesi olması demek. Yoksa zaten tasarım olmaz.
Ö: Koleksiyonun tamamlanması ne kadar sürüyor?
M: Heroine biraz uzun sürdü, çünkü araya
hamilelik sürecim de girdi. Ama genel olarak 1 -1,5 aylık sürede çıkıyor
koleksiyonum. Bir de koleksiyon zaman içinde de gelişiyor. Her hafta bir parça
ekleniyor, mesela şimdi Heroine’e küpelerini de ekledim. Haftaya yeni bir yüzük
daha çıkacak.
Ö: Takılarımı mutlaka üstünde görmek isterim
dediğiniz biri var mı?
M: Madonna’ydı. O da taktıJ
Ö: Peki Madonna Kısmet taktığında ne
hissettiniz?
M: Dedim ki böyle bir şey olamaz! Çünkü o
kadar değişik ki hep istiyorum istiyorum dediklerim oldu. Harvey Nichols’ta
satılsın istiyorum, Bihter taksın istiyorum, yurtdışına açılmak istiyorum,
Amazon’a girmek istiyorum dedim oldu. Liberty’de satılmasını istiyorum dedim, 1
sene uğraştım ama girdim sonunda da. Aralık’ta da Liberty’e gideceğim Trunk
Show için.
Ayrıca kendimi hep geliştirmeye çalışıyorum
mesela ilk kez bir koleksiyonun moda çekimini yaptım. O beni bir adım öteye
taşıyor.
Ö:Koleksiyonu çıkar çıkmaz incelediğiniz bir
tasarımcı var mı? Beğendiğiniz tasarımcılar var mı, varsa kimler?
M: Tasarımcı olarak değil de koleksiyonları
beğendiğim Chanel, Cartier var. Tabi onlar biraz daha ağır, daha kadınsı. Benim
tarzım biraz daha genç. Ama Chanel’in takılarına da bayılıyorum.
YENİ KOLEKSİYON "HEROINE"
Ö: Biraz da yeni koleksiyonunuz hakkında
konuşalım. Wonder Woman, Super Girl ve Bat Girl takılarda hayat buldu.
“Heroine” fikri nasıl çıktı, hikayesi nedir?
M: Lisans A.Ş. ile öncelikle sözleşme imzalayarak
Warner Bros'tan seçeceğim karakterlerin telifi konusunda anlaştım. 3 kadın
karakter seçtim. 3 karakterin ortak noktası da aslında çok güçlü olmaları. Bir
tanesinin doğa üstü gücü var, bir tanesinin fiziksel yetenekleri var, bir
tanesinin hafıza gücü yüksek ve bu güçlerini iyilik için kullanıyorlar.
Aslında onlar "Kahramanlar". Problem çözüyorlar ve bu konuda çok başarılılar.
Ben doğum yaptım. 2,5 aylık bebeğim var. Onu
bırakıp işe geliyorum vicdan azabı duyuyorum, bir yandan işimle ilgilenmem
gerekiyor. Çok zor bir hayatım var ama bunların hepsini başarıyorsam süper bir
kahramanım diyorumJ Ben zaten çizgi roman da çok severim, çizgi film izlerim. Aslında her
kadın onlara özeniyor izlerken. Onun gibi olmak istiyor. Çünkü hayatta
güvensizliklerimiz var, rahat adım atamıyoruz, çok çalkantılı yapıya sahip de
bir ülke olduğumuz için, aman yastık altında garantim olsun düşüncemiz var
kendimizi korumak için. O nedenle güçlü karakterlere insan ister istemez
özeniyor.
Bende aslında bu işe 2.500 dolarla başladım.
Bir kere iyi tasarım yapıyor olman lazım,
doğru yerde doğru zamanda bulunman lazım.Aşk-ı Memnu, Ayşe Arman’la tanışma
hikayem hep doğru zamanda doğru yerde olmaktı. Ama bu da yeterli değil çok da
çalışman gerek. Ben gerçekten o kadar çok çalışıyorum ki, yani şöyle söyleyeyim; doğum yaptığım günün akşamı maillerimi yanıtlıyordum, arkadaşlarım da
fotoğrafımı çekti sen delisin diye, ama başarıyı getiren de bu oluyor.
Ö: Lidyana’da online satışınız vardı,
geçtiğimiz hafta sonu da online shop.unuzu açtınız.Birbirini nasıl besliyor?
M: Ben Lidyana müşterisini kendime çekmek için
açmadım online shop.umu aslında. Lidyana zaten rakibim değil, orada da satılan
yine benim ürünüm. Çünkü Lidyana açıldığı günden beri beraber çalışıyoruz ve
birbirimize çok destek olduk. O yüzden Lidyana’da satsın biz de satalım. O
Pazar ikimize de yetecek kadar büyük. Örneğin ben siteyi açtım 1 hafta da
Lidyana’da ayda sattığım kadar ürün sattım. Sonuçta Lidyana’yı bilmeyen ama
benim ürünlerimi alan kişiler de varmış demek ki. Bir de ben online sitemden
alışveriş yapan herkese tek tek mektup yazdım, imzalayarak gönderdim
teşekkürlerimi.
Ö: 4 yılın sonunda Türkiye dışında 11 ülke 58
noktada ürünleriniz satılıyordu. Önümüzdeki dönem planlarınız nelerdir?
M: Ürünlerimin satıldığı nokta sayısı artıyor
her geçen gün. Amerika mesela müthiş bir pazar. Orada belki 30 noktada varım
ama henüz çok küçüğüm, daha girmediğim bir sürü eyalet var.
Ö: Peki bu ürünleri o pazara nasıl sokuyorsunuz?
M: Fashion Week’ler aracılığıyla oluyor
aslında. Bir de New York’ta bir showroomla çalışıyorum. Oraya girmek de mesele.
Oraya girmek için de çok çalıştım. Kataloglar yolladım, toplantıya çağordılar.
Sunum yapmaya New York’a gittim sırf showrooma beni alsınlar diye. Showroom
bir sürü markayı tanıtıyor ve Amerika’daki satış noktaları oraya gidiyorlar ve
oradan seçiyorlar. Sonuçta showroomda sergilenmesi için de kira ödeniyor ama
ürünü seçenler sizin takınızı seçmezse o mağazalara girmiyor ürünler. Tabi
orada bir alan alabilmek bile bir olay aslında. 2 senedir de çalışmalarımız
devam ediyor, NY Fashion Week’e de onlarla katılıyorum.
"MAYRA İLE SEVGİNİN BAMBAŞKA BİR BOYUTUNU HİSSETTİM..."
Ö: 2,5 ay önce anne oldunuz. Anneliğinizin ve Mayra'nın tasarımlarda bir etkisi olduğunu hissediyor musunuz?
M: Öncelikle şunu söylemeliyim ki doğum inanılmaz
bir şey. Artık benim için Mayra öncesi ve Mayra sonrası gibi bir hayat var.
Doğumdan önce beni neyin beklediğini bilmediğim için çok korkuyordum. Belki
kitlenip hiç çalışamayacağım ya da hiç çalışmak istemeyeceğim, ya çocuğumu
sevmezsem.. Çok karışık duygular içerisine girdim, çünkü karnımda bir şey var
ama duyguyu bilmiyorum. İkinci çocuk olsa mesela, ilkinde öğrenmiş olurdum ve o
zaman hamileliğimin tadını daha çok çıkarırdım. Çünkü hep bir panik yaşadım, işime
ne olacak, fuara gidemeyeceğim seyahat edemediğim için.. Sanki hayat duracak ve
ben başka bir boyuta geçeceğim ve bebek bütün zamanımı alacağı için hiçbir şey
yapamayacağım. Çünkü herkes öyle söylüyordu, bütün zamanını alıyor, işe zor
gelirsin diyorlardı. Ben 40 gün sonra gelir miyim diye sorduğumda “Çok zor! Çok
iyimser bir rakam, 3 aydan önce sen düşünme bile!” yanıtları alıyordum ama
birinci ayda işimin başındaydım.
Mayra’yla birlikte çok şey değişti. Sevginin
başka bir boyutunu keşfettim. Ne anne, ne baba, ne kardeş, ne sevgili..
Hiçbirine benzemeyen bir şey bu. Böyle bir sevgiyi, böyle bir aşkı bilmiyordum.
Bu duygu yoktu hayatımda. Nasıl bir aşk, sevgi fışkırıyor resmen içimden,
gözlerim doluyor, çok acaip bir şey, çok duygu yüklü oldum. Bakıp bakıp
ağlıyordum, Allahım ne kadar güzel bir şey, çok güzel delireceğim bu sevgiden
dedim, herhalde tüm bunlardan yeni bir fikir de çıkar. Bu duygu bir şekilde
dışarı çıkacak, şu anda nasıl çıkacağını bilmiyorum ama çok güzel şeyler
çıkacağını hissediyorum.
Bu güzel röportaj için Milka'ya sonsuz teşekkürler:) Bana uzuuunca bir zaman ayırdı bu güzel sohbet için.
Umarım sizler de en az benim kadar keyif almışsınızdır. Aşağıda da röportajdan birkaç kareye yer veriyorum.
Yeni röportajlarda yolda, takipte kalın:)
Ö,
Showroom yeni yıla hazır...
Ve "Heroine"den ev sevdiğim parçalarla ben..
Photos by: Zeki Batuhan Tuna