17 Ağustos'u yeniden yaşamak...

SESİMİ DUYAN VAR MI???



Bundan 12 sene önce tarih 17 Ağustos saat 02:30 civarları...


Ablamla Yalova'da anneannemlerin yazlıktayız. Odamızda, yataklarımızda yatmış dedikodu yapıyoruz, bir yandan da uyumaya çalışıyoruz ama hava o kadar sıcak ki yatakta dönüp durmaktan başka birşey yapamıyoruz. Bir de ben üstüne üstlük o gün içerisinde 3 dondurma yemişim, mide fena. Rahatsızım uyuyamıyorum bir türlü. Neyse bir yarım saat sonra artık yavaştan uykuya dalmaya başlar gibi olduğumu hatırlıyorum. Sonrasında uzaklardan gelen bir uğultuyla irkiliyorum, çünkü Yalova'daki evimizden küçükken hep korkmuşumdur. Bahçeli olduğu için niyeyse bana güven vermez, hırsız gelcekmiş hissi uyandırırdı. Çatıya giren kedi, yarasa gibi hayvanlar da hep sanki çatıda biri yürüyormuş gibi ses yaptığı için geceleri çok korkardım.


Ama bu sefer garip bir uğultuydu ve zaten ben daha ne olduğunu anlayamadan birden sallanmaya başladık. Sallanmak ne kelime hatta resmen savruluyorduk. O zamanlar depremin ne olduğunu nereden bilecektim ki sadece adını ve varlığını biliyordum ama böyle birşey olduğunu hiç tahmin etmiyordum. Korkudan yorganı başıma çekmiş, ev yıkılsa bile o beni koruyacakmış gibi yatağın üstünde kalakalmıştım. Ablam ısrarla "Özge kalk çıkmamız gerek!" dese de korkudan kalkamıyordum, daha 13 yaşında bir çocuktum ve bir garip işliyordu beynim, o kadar emindim ki evin yıkılıyor olduğundan sanki kalkmaya çalışırsam yerdeki moloz yığınına basıp düşecektim, evde üzerime yıkılacaktı. Daha sonra bir anda bir ışık parladı ve ben o anda aslında evimizin sağlam olduğunu yerde de hiçbirşey olmadığını görerek kalkmaya cesaret edebildim. Ablam hemen kolumdan tuttu, odadan çıkmaya çalıştık ama kapımız sıkışmıştı. Anneannemler bir taraftan biz bir taraftan asılıyorduk kapı koluna açabilmek için. 5 sn.lik bir uğraştan sonra sonunda açabilmiştik. Kendimizi evin dışına attığımızda deprem hala bitmemişti. O 45 saniye sanki bir ömür gibi geçmişti.


Bahçeye sandalyelerimizi alıp oturduk. Hava Ağustos olmasına rağmen buz gibiydi, hepimiz gecelik, pijamalarla fırlamıştık. Tir tir titriyorduk. Ama içeriye girecek kadar da cesaretli değildik. Artçılar tüm şiddetiyle devam ediyordu. Yanımızdaki apartman o zamanlar henüz inşaat halindeydi ve patır patır bizim bahçeye tuğlalar dökülüyordu her yeni sarsıntıda. Yaklaşık 5 dakika sonra komşular gelip bizi de dışarı çıkardılar, dışarısı mahşer yeri gibi... Ağlayanlar, çığlık atanlar, ailesini bulmaya çalışanlar, korkudan faltaşı gibi açılmış gözlerle etrafına bakanlar...Kalabalığın ortasına oturduk bizde tıpkı diğerleri gibi. Artçıları dışarda yaşamak daha da korkunçtu belki de, dev gibi bir binanın yerinden oynadığını, bir sağa bir sola gittiğini görmek şaşkına çeviriyordu insanı. Biz tüm bunları yaşarken üzerinde atleti pijamasıyla her yanı kanlar içinde bir adam geldi koşarak, deliler gibi ağlıyordu. "Karım, çocuğum enkazın altında Allah rızası için yardım edin!" Hemen birkaç kişi koştu gitti. Anneannem, dedemin bırakıcağını bilsem 1 sn. tereddüt etmeden giderdim bende. Ama işte ben o zaman anladım bu depremin aslında ne kadar yıkıcı olduğunu...Yukarıdaki fotoğraf 1999 depreminin simgesi haline gelmişti...


Sabaha kadar artçılar aralıksız devam etti. Bazen bir yumruk gibi geliyordu dipten, bazende yüzeyi dansettirir gibi bir sağa bir sola savuruyordu. Ama asıl korkunç tablo günün ağarmasıyla birlikte ortaya çıktı. Etrafta yıkılan binalar, enkazlarda ailesini kurtarmaya çalışan çaresiz insanlar.. Söylenebilecek söz kalmamıştı, kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlar vardır ya işte tam da öyle bir andaydık. Bense o çocuk halimle enkazların arasından geçiyordum (neyimeyse!). Enkazdan çıkarılan küçücük cansız bedene, annesinin haykırışlarına şahit oluyordum. Bir diğer enkazın başında oturan babayı; oğlu ve eşini kurtarsınlar diye yanındakilere yalvarırken görüyordum. Yıkıntıların arasında bir oyuncak ayı ya da sallanan o tül perde ve tüm bu yaşanmışlıklar insan yüreğinde öylesine yer ediyor ki bir daha asla unutamıyorsun orada olanları onu anladım. 


İnsanın çaresiz kaldığı o anlar işte en kötüsü, ne bir şey söyleyebiliyorsun, ne de bir şey yapabiliyorsun...


Anneannemlerin yanına dönüp hiç bir şey söylemeden oturuyordum. Aradan saatler geçmişti. Hava inanılmaz sıcaktı insanlar resmen nefes alamıyorduk. Güneşten korunmak için şemsiye bulmuştuk. Tam da bu sırada ilerde annemle babamı görmüştüm. Saatler sonra ağzımdan ilk kez "Anne" kelimesi çıkmıştı, başka da bir şey diyememiştim. Anneannemin eğilip ablama "Kızım, kardeşin fazla güneşte durmasın bak güneş geçti başına" dediğini duyuyordum, bir yandan da annem babam ve dayımın bize koşarak geliğini görüyordum. Anneannemleri inandırmaya uğraşmama gerek kalmadan annemler gelmişti zaten, sarılıp baya bir ağlamıştık. Tüm bunlar yaşandıktan sonra bir anons sesiyle irkildik. Belediye aracı anons yapıyordu. "Aksa Fabrikası'nda sızıntı var, Çiftlikköy'ü boşaltmanız gerekiyor!" İnsanlar yaşadıkları depremin şokunu atlatamadan bir de gaz sızıntısı şokuyla karşı karşıya kalmıştı. Ufak tefek eşyasını toplayan harekete geçmişti. Bizde arabaya binerek yola çıkmıştık. Sanki toplu bir göçün ortasında kalmış gibiydim. 


Ne düşüneceğimi, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Sadece gözümden yaşlar akıp gidiyordu camdan izlerken bu çaresizliği...Tıpkı aşağıdaki 17 Ağustos Gölcük Depremi belgeselini izlerken hissettiğim gibi...



 Aradan 12 sene geçmişti...


Ben kendimce o günü tam bir tatil günü tadında yaşayacak, keyfini çıkaracaktım. Arkadaşlarımla hamam sefası yaptıktan sonra Sultanahmet Köftecisi'nde köfte yiyip nargile içecektim. Hamama gittim, köftemi yedim ve nargile içmek için kafeye girdiğimizde ekranda Son Dakika alt bantını gördüm. "Van'da 7.2 şiddetinde deprem! Ölü sayısının 1.000'e yakın olmasından endişe ediliyor..."
Bir anda yine o arabadan dışarıyı seyreden küçük kız çocuğu gibi hissettim kendimi, artık küçük değildim, koca kız olmuştum ama yine aynı hisleri yaşıyordum...


Depreme bir internet cafede yakalanan Yunus'dan bahsediyordu herkes, isimsiz bir kahraman ona siper olmuş ve Yunus'un hayatını kurtarmış, cansız eli ise Yunus'un omzunun üzerinden sarkık duruyordu, hala seni koruyorum der gibi.
Ama bu mucize maalesef yarım kaldı... Yunus enkaz altından çıkarıldı fakat henüz hastaneye bile ulaşamadan yolda, iç kanamadan hayata gözlerini yumdu... Diğer 534 kişi gibi...


Deprem olduktan sonraki günler,Van'da zorda olan ihtiyaç sahipleri için çalışmaya adadım kendimi, o kadar zordu ki o insanların orada ne sıkıntılar yaşadığını bilirken sıcak evimde oturmak. Elimden geldiğince destek olmaya çalıştım tüm yardım kuruluşlarına, hem maddi hem manevi elimden ne geldiyse yaptım. Bu noktada Şişli Belediyesi'ne değinmeden geçemeyeceğim. Felaketin gerçekleştiği ilk andan itibaren o kadar hızlı ve düzenli organize olmuşlardı ki... Diğer tüm Belediyelere, firmalara örnek oldular Van'a yardımların gönderilmesi konusunda. Teşekkürler size! 
Belediye'ye salı günü saat 22:00 civarında gittim ve içerisi hem yardım malzemeleriyle hem de gönüllülerle tam anlamıyla doluydu. Para verip çalıştırmak istesen kimse bu kadar candan, bu kadar isteyerek çalışamazdı herhalde. Tek yürek olmuştu herkes, kalpler yalnızca Van için atıyordu. Tanımadığın insanlarla tek yumruk olmuş tek amaç için çalışıyor buluyorsun kendini. Gece boyunca çalıştık. Kamyonu tamamen yükleyip oradan ayrılışını izlemek de bizim için ayrı bir gurur kaynağıydı. Oradan ayrıldığımızda belki tozdan kirden çok pislenmiştik, ama yüreğimiz tertemizdi, huzur doluyduk, ufacık da olsa bir katkımız olduğunu bilmek insanı öylesine mutlu ediyordu ki...




Okulumda da aynı gururu yaşıyordum.13.41'de meydana gelen depremin ardından, BUSAR(Bahçeşehir Üniversitesi Arama ve Kurtarma Birimi )15.00'da Van'a gitmek üzere tüm hazırlıklarını tamamlamış hazırdı. Ancak, kargo uçaklarının dolu olması nedeniyle ekip tüm araç ve personeliyle Beşiktaş'taki merkezinde hazır bekliyordu, bölgeye hareket edene kadar, yardım toplama kampanyasını başlatmıştı. Bahçeşehir Üniversitesi'nin duyarlı öğrencileri de, binaya sığamayacak kadar çok yardım eşyası getirmişti. BUSAR da o kadar güzel organize etmiş ve tüm bunları paketlemişti ki okula gidip o paketleri, yanında da hummalı bir şekilde özveriyle çalışan o öğrencileri görünce gerçekten gurur duydum. Gençlikle, okulumla, bu sağduyuya sahip toplulukla...
Keşke yaşadığım tüm bu güzel duyguları, devletin yaptıklarıyla da sürdürebilseydim. Ancak 12 yıldır ödenmekte olan deprem vergilerini, yol yapımına harcadıklarını söyleyebilecek kadar pişkin yöneticiler tarafından yönetilmekte olduğumuz gerçeği yeterince can sıkıcı. Boşuna demiyorlar gerçi "Beraber yürüdük biz bu yollarda", "Durmak yok, YOL'a devam" diye...


Ama tüm bu yaşananlardan sonra söylenebilecek tek şey, geçen 12 seneden sonra evet belki biraz daha hızlı harekete geçtik, sosyal medya sayesinde daha duyarlı yaklaşabildik, her şeyden daha hızlı haberdar olabildik ama bir afet koordinasyon haritamız olmadığı için yine sınıfta kaldık..


Olası İstanbul depremi'nde yaşanabilecekleri bugün hepimiz Van ile birlikte hissettik. Umarım o arabanın camından gözünden yaş akarak çaresizce bakan kız çocuğunun hissettiklerini yine hissetmek zorunda kalmayız...




Ö.