HAYAT SADECE BANA MI GÜZEL?

(Bu yazı zorlu bir yolculuk başlangıcında tüm seyahat severlere, gerçekleştirilesi küçük notlar içerir şekilde yazılmıştır.)

32E numarali koltuğumda oturuyorum yani uçağın bildiğiniz ortasındayım. Kendimi avutmaya çalışıyorum bu orta taraf da daha ferahmış canım diye, sonra masaj bile yapabilen, aux çıkışı olduğu için uyurken kafanı yasladığın hoparlörden müzik dinleyebildiğin boyun yastığımı arabada unuttuğumu arabayı da kiralama servisine geri götürdüğümü hatırlıyorum, bir ağlama isteği çöküyor, ya da o istek Amerika'dan dönüyor olmamdan kaynaklanıyor olabilir, kararsızım...Neyse biz hikayenin başına dönelim bence...Peki hikayenin başına neden mi dönüyoruz? Çünkü hala "Ohhhh hayat sana güzel valla yiaaaaa" cümlesi tatilde en çok duyduğum şey oluyor. Bıkmadan usanmadan da neden bana güzel olduğunu, size de bal gibi güzel olabileceğini anlatmak istiyorum:)

Yaklaşık bundan 90 gün önce yaz tatilinde Amerika'ya gelmeye karar verdik ablam, Sevgi ve ben. Yine haritalar açıldı, planlar yapılmaya başlandı.

Ama bir türlü uçak biletini alamıyorduk. Hep aksilikler çıkıyordu. Velhasıl kelam takvimlerimiz 30 Temmuz'u gösterirken halen bu kızcağızın bileti yoktu, üstelik yıllık iznini de kaydıramıyordu. Sonrasında bir anda ablamında iznini ayarlayabilmesiyle 31 Temmuz akşamı biletlerimizi aldık. Her şey o kadar ani ve hızlı gelişti ki daha hiç ne otel ayarlaması yapmıştım, ne de nerelere gidileceğinin planını. San Francisco'ya uçacaktık. Çünkü daha önce bu rotayı yaptığımız için görmediğimiz bir yeri eklemek istiyorduk. (San Francisco'ya çok bayıldığımı söyleyemeyeceğim ama tabi favori noktalar vardı, detayları bilahare yazıcam zaten sonra)
Uçuş 13 saatti, biz de hani akıllıyız ya birimiz cam birimiz koridor aldık aramıza kimse oturmaz belki diye, sanki uçağın dolu olduğunu bilmiyormuşuz gibi, işte bir umut:) Yemedi tabi uçağa bindiğimizde sevimli bir amca karşıladı bizi, ee tabi yer değiştirebilir miyiz dediğimizde de amca akıllı uzun uçuşta kaptı mi koridoru biz de kalakaldık mı, oh mis:) Zorlu bir 13 saatten sonra indik SF'ya. Bundan sonrasını çok detaylı anlatmıcam. Özetle San Francisco'da 4 gün geçirdikten sonra arabamızı kiralayıp yola koyulduk. LA'e giderken neler yapmadık ki Steve Jobs'un evine Palo Alto'ya, Apple'ın kurulduğu garaja Los Altos'a, Google'a Cupertino'ya gittik. Müthişti, garajın olduğu evdeki yaşlı cadaloz teyze beni posta kutusuna kolumu koydum diye kovalamasaydı daha iyi olabilirdi tabi:)

Santa Barbara'ya geldiğimizde güneş batmak üzereydi ve tablo gibi bir manzara vardi. Ayrılamadık zaten.

Sonrasında LA'e ulaştık. 5 gün boyunca da LA'in altını üstüne getirdik ama genelde daha önce yapmadığımız farklı şeyler yapmayı tercih ettik, walk of fame'e artık gitmeyelim mesela yeter dedik:) Sonra LA'e kadar gelmişken San Diego'ya gitmeden durabilir miydi bu ikili tabii ki hayır. SD'ye de doyduktan sonra artık Las Vegas zamanıydı:) Ki doğru tahmin ettiğiniz üzere benim için hala en heyecan verici kısmıydı, şehre yaklaşırken gözlerimin dolduğundan bahsetmiyorum bile:) Ve 5 günde Vegas'taydık. Orada olan orada kaldığı için fazla detaya girmiyorum:)
Neyse, dünya bir toz bulutuydu gibi oldu bu yazı. Ne anlatmak isterken nerelere geldi. Dönelim geri yazımızın yazılma amacına...
Bunları yaptım, yaparken de müthiş eğlendim evet. Peki neden siz de yapabilirsiniz ya da yapmıyorsunuz onlara bakalım. Size 5 maddelik bir anket oluşturdum:

1) Tatillerinizi genellikle yurtiçinde mi geçirirsiniz?
2) Tatil planlarınızı birinin sizin için organize etmesini mi istersiniz?
3) Tatilde yatıp güneşlenmek, açık büfenin keyfini mi çıkarmak istersiniz?
4) 2 saatlik uçuş bile size uzun mu geliyor?
5) Bilmediğim yere gitmeksense sevdiğim yere giderim kafam rahat eder mi diyorsunuz?

Bu sorulara "Evet" yanıtını verdiyseniz TEBRİKLER! Baya baya tembelsiniz siz:) Önce bir şu ölü toprağını atmaya ne dersiniz?
Size sayısal verilerle konuşurdum ama o kadar baymak istemiyorum. Sadece şu bir gerçek ki yurt içinde saçma sapan yerlerde popüler diye 10 katı paralar ödemek yerine yurt dışında her seferinde yeni, müthiş yerler keşfedebilirsiniz. Üstelik aynı parayı hatta belki daha azını harcayarak.
Benim tatil anlayışım Flyinn Beach'te takılmak ya da Alaçatı'da Asma Yaprağında yemek yiyip çılgınca hesap ödemek değil. Evet bunları yapıyorum ve yaparken de kesinlikle keyif alıyorum ama işte tatil kafasında yapmıyorum denebilir. Çünkü zaten oralar bana yeterince ulaşılabilir geliyor, hafta sonu bunları yapmak neyimize yetmiyor allah aşkına:) Bir de herkes aynı yerlerde takıldığı için zaten sürekli gördüğümüz insanları bir de tatilde mi görelim? Yok canım ben almayayım:)
Tatil benim için tamamen bedenimi, ruhumu, zihnimi arındırdığım bir meditasyon aslında. O yüzden sık sık bunu yapmaya ve ufkumu genişletecek en azından yeni yerler görmemi sağlayacak şekilde plan yapıyorum. ( Amerika'ya bilmem kaçıncı kez gidişin, sen deme bari dediğinizi duyar gibiyim. Ama inanın sanki her seferinde yeni gibi çünkü hep gitmediğimiz bir yer ekliyoruz ya da gittiğimiz bir şehirse bile içerisinde henüz keşfedemediğimiz noktaları keşfediyoruz)
O yüzden de beni 5 yıldızlı otellerde görmeniz pek mümkün olmaz. Öyle yatmalı tatile gelemem ben, sıkar çünkü beni.  İşte aslında sihirli kelime bu cümlelerde yatıyor. Planları KENDİM yapıyorum. Biliyorum planlayan biri olduğu zaman herşey daha kolay geliyor ama bi denesenize siz planladığınızda nasıl keyfi verecek bu durum size.
Uçmaya gelecek olursak bu durum sizde nasıl bir his uyandırıyor bilmiyorum ama ben aşığım bu hisse. Ankara'ya da gidiyor olsam San Francisco'ya da gidiyor olsam aynı heyecanı taşıyorum. Uzun uçuşlar kesinlikle daha zor olsa da eğlencesinden hiçbir şey kaybetmiyor.
Son olarak da birazcık kabuğunuzdan çıkın, üşenmeyin, yeni bir şehre gidin, gitmeden plan yapın ama turist gibi değil de oranın yereli gibi plan yapın. O zaman çok daha eğlenceli oluyor her şey.
Bir de değinmeden geçemeyeceğim bir nokta var. Son iki gündür sol el bileğim davul gibi şiş ve sebebi belirsiz, şu an sarılı.
Dün bir uyandım sanki bir önceki gece ringe çıkıp dayak yemişim ve dudağımı patlatmışım gibi öyle şişmiş. Dudağımın sol tarafı Angelina sağ tarafı Yıldız Tilbe gibi:)
Şimdi nazara zaten inanan biri olarak ben ne düşünürüm, tabii ki nazara geldiğimi. Onu bunu bi kenara bırakın da söyleyeceğim tek şey "Kim karşısındaki hakkında ne düşünüyorsa başına da aynısı gelsin. En güzel dua bu sanırım. İyisi içinde, kötüsü içinde😂. "
O yüzden uzun lafın kısası "Hayat hepimize güzel!" Sadece onu olabildiğince renkli yaşamayı bilmek lazım:)